Makro Ekonomi

Ve geldik makro ekonomiye. Artık piyasaların tamamını, genel ekonomik olay ve değişkenleri analiz edip yorumlamaya başlayacağız.

Tek tek tüketici nedir ve üreticinin don lastiğinin maliyeti neymiş konularını geride bırakıp olaylara kartal gözüyle bakmaya başlıyoruz. 

Bu bölümde kavramları daha kitabi ele alacağız. Özetin de özeti hap bilgiler şeklinde olabildiğince sizi sıkmadan derledik ve hazırladık. Konsantrasyonu bırakmayın. Hadi bakalım rastgele...


Makroekonominin Kapsamı ve Tarihçesi

Makroekonominin Kapsamı

Makroekonominin araştırma alanına giren esas olarak beş merkezi sorun bulunmaktadır. Bunlar;

· Çıktı (üretim) ve istihdam düzeyi,

· Fiyat düzeyinin istikrarı,

· Ekonomik büyüme,

· Bütçe açıkları ve kamu borçları ile

· Dış açıklardır.

Bir ekonomide belli bir dönemde üretilen nihai mal ve hizmetlerin değerine gayrisafi yurt içi hasıla (GSYİH) denir. Üretilen hasıla ile gelir kavramları özdeş kavramlardır. Bir ekonominin üretim faktörlerinin ne düzeyde istihdam edildiği, ekonominin gelir düzeyine bağlıdır.

Bir ekonomide fiyat düzeyinin sürekli olarak düşmesi (deflasyon) ve de yükselmesi (enflasyon), fiyat düzeyinde istikrarsızlık yaratmaktadır. Günümüzde çoğunlukla enflasyon olarak yaşanan bu istikrarsızlık pek çok insanı etkilemekte, belirsizliği arttırarak piyasa mekanizmasının etkinliğini büyük ölçüde azaltmaktadır.

Bir toplum için kişi başına reel gelir veya üretim miktarı ne kadar yüksekse ve ne kadar hızlı artıyorsa, yüksek yaşam standartlarını sürdürmek o denli mümkün olacaktır. Kişi başına geliri arttırmanın yolu da ekonominin mal ve hizmet üretim kapasitesini arttırmaktan geçer.

Bütçe, devletin gelir ve giderlerini gösteren bir belgedir. Bütçe, ekonomide birçok değişkeni etkileyen bir politika aracıdır. Sürekli bütçe açıkları, kamu borçlarını arttırmaktadır.

Bir ülkenin diğer ülkelerle yürüttüğü ekonomik ilişkiler ödemeler bilançosunda incelenir. Ülke ekonomisinin uzun dönemde sağlıklı işleyebilmesi için bu ilişkilerin dengeli bir biçimde yürütülmesi gerekmektedir.


Makroekonominin Tarihçesi

Ekonomistler 1750’lerden itibaren büyümeye, uluslararası ticarete ve enflasyona ilişkin çalışmalara yer vermiş ancak buna rağmen, makroekonomi 20. yüzyıla kadar ayrı bir disiplin olarak algılanmamıştır. Makroekonominin gelişmesinde üç olay özellikle önemlidir:

· Birincisi, ekonomi ve istatistikçilerin, makroekonomik araştırmaların bilimsel temelini oluşturan verileri toplamayı sistematikleştirmeye başlamalarıdır.

· İkincisi, ekonomik dalgalanmaların, tekrarlanan ekonomik olgular biçiminde tespit edilmiş olmasıdır.

· Üçüncüsü ve en önemlisi ise, 1929’da başlayarak bütün dünyayı etkileyen Büyük Buhran olmuştur.

Büyük Buhran’ın başlamasıyla birlikte, başta devlet politikalarının ekonomik çöküntülerin üstesinden gelebileceğini söyleyen J.Maynard Keynes olmak üzere birçok ekonomist ekonominin içinde bulunduğu duruma uygun teorik çerçeveler geliştirmeye çalışmışlardır.

Piyasa ekonomilerinin kendi kendilerini düzelttiklerini söyleyen, Milton Friedman öncülüğündeki Monetaristler; kamu politikalarının etkinsizliğini savunan ve rasyonel beklentiler hipotezini öne süren Yeni Klasikler; hem Keynes’in hem de Monetaristlerin hatalı olduğunu savunan Reel ekonomik dalgalanmalar teorisi taraftarları ve Keynes’in temel görüşlerini daha sağlam teorik temellere oturtmaya çalışan Yeni Keynesyenler bunlardan bazılarıdır.


Üretim faktörlerinin (emek, toprak ve sermaye) fiili olarak üretim sürecinde kullanılmaları geniş anlamda istihdamı temsil etmektedir. Mevcut kaynakların üretime katılmayan kısmı eksik istihdam veya işsizlik olarak ifade edilir.

Üretim faktörlerinin tam olarak istihdam edilmesi halinde bir ekonominin üretebileceği mal ve hizmetlerin miktarına potansiyel hasıla, doğal hasıla ya da tam istihdam hasılası adı verilir. Fiili hasılanın potansiyel hasıla düzeyinin altında olduğu durumda ekonomide üretim açığı oluşur.

Dar anlamda istihdam yalnızca emek faktörünü içermektedir. Bu bağlamda, emek faktörünün ekonomik faaliyetlere katılması istihdam; emeğin üretime katılmaması ise işsizlik olarak adlandırılmaktadır.

İşgücü, ülke nüfusundan, çalışma çağı dışındaki nüfus (0-15 yaş ve 65 yaş üstü olanlar) ile çalışma çağındaki nüfus içerisinde olup da çalışma istek ve kabiliyetinde olmayanların (ev hanımları, öğrenciler, emekliler, mahpuslar, sakatlar, mülk geliri ile geçinenler, askerler, çalışmak istemeyenler…) düşülmesi ile elde edilir.

İşsizlik, çalışma gücünde ve arzusunda olan ve cari ücret düzeyinde çalışmaya razı olup da iş bulamayan işgücünün varlığıdır. İşsizlik oranı, işsiz sayısının sivil işgücüne bölünüp 100 ile çarpılması ile elde edilir. İşgücüne katılım oranı, işgücünün, çalışma çağındaki nüfusa bölünüp 100 ile çarpılmasıyla elde edilir. Kaçınılması mümkün olmayan üç temel işsizlik türü şunlardır:

· Friksiyonel (arızi ya da geçici) işsizlik, işgücü piyasasındaki olağan hareketlilikten dolayı ortaya çıkan, uzun süreli olmayan işsizlik türüdür.

· Yapısal işsizlik, ekonomide oluşan yapısal değişikliklerin yol açtığı ve buna bağlı olarak emek talebi yapısındaki değişmeler sonucu ortaya çıkan işsizliktir.

· Devresel işsizlik, ekonomide belirli dönemlerde ortaya çıkan işsizliktir. Devresel işsizliğin;

· Mevsimlik ve

· Konjonktürel işsizlik olmak üzere iki türü bulunmaktadır.

Doğal işsizlik oranı, ekonomide reel GSYİH’nin potansiyel GSYİH’ye eşit olduğu, daralma ya da genişleme aşamalarının görülmediği, normal zamanlarda var olan işsizlik oranıdır. Birçok ekonomist, %5 dolayında bir işsizlik oranını tam istihdam olarak kabul etmektedir.

İşsizliğin maliyeti;

· Doğrudan ürün ve gelir kaybı,

· İnsan sermayesi kaybı ve

· Suçlardaki hızlı artış olarak sıralanabilir.

Fiyat genel düzeyindeki sürekli artışlar enflasyon olarak tanımlanır. Fiyatlar genel düzeyi, ekonomideki tüm fiyatların ağırlıklı ortalamasıdır.

Fiyat düzeylerindeki değişimleri incelemek üzere oluşturulan farklı fiyat endeksleri bulunmaktadır. En sık kullanılan üç fiyat endeksi;

· GSYİH deflatörü,

· TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi) ve

· ÜFE’dir (Üretici Fiyat Endeksi).

GSYİH deflatörü, bir dönemin nominal GSYİH’sinin reel GSYİH’sine oranı ve baz alınan yıl ile ölçümü yapılan yıl arasındaki fiyat değişiminin bir ölçüsüdür.

TÜFE, şehirlerde yaşayan tüketicilerin yani hane halkının, sabit bir mal ve hizmetler sepetini satın alma maliyetindeki değişmeleri ölçer.

ÜFE, ülke ekonomisinde üretimi yapılan ve yurt içi satışa konu olan ürünlerin genel fiyat düzeylerindeki değişimi kapsamaktadır.

Enflasyonun maliyetleri, beklenmeyen ve beklenen enflasyonun maliyetleri olarak ayrı ayrı incelenmektedir.

Her ekonomik sistemin temel amacı, insan ihtiyaçlarını karşılamak için mal ve hizmet üretiminde bulunmaktır. Bu nedenle ülke performansının değerlendirilmesinde GSYİH önemli bir gösterge olarak kabul edilmektedir.

Nominal GSYİH, nihai mal ve hizmetlerin parasal değerlerini, cari fiyatlar kullanarak ölçer. Buna kısaca cari fiyatlarla GSYİH de denilmektedir

Reel GSYİH, nihai mal ve hizmetlerin parasal değerlerini baz dönemi fiyatları kullanarak ölçer. Reel GSYİH ’nin alternatif ismi sabit fiyatlarla GSYİH ’dir.

Büyüme oranı, Reel GSYİH’deki dönemler (üç aylık, yıllık) itibari ile değişimi ifade eder ve genelde yüzde değişmeler olarak açıklanır. Bir değişkenin, herhangi iki dönem arasındaki değişme oranı, bu değişkenin iki dönemdeki değerleri arasındaki farkın, başlangıç dönemindeki değerine bölünmesi ile hesaplanır. Yıllar itibarıyla reel GSYİH genelde artış eğilimi gösterir ve bu eğilim reel GSYİH trendi olarak adlandırılır.

GSYİH, bir dönemde bir ülke sınırları içerisinde üretim faktörleri kullanılarak üretilmiş nihai mal ve hizmetlerin piyasa fiyatlarıyla hesaplanmış değeridir.

Nihai mal ve hizmetler, ekonomideki üretici birimlerin üretimde ara malı olarak kullanmayacağı, tüketim, yatırım ve ihracat için kullanıma hazır mal ve hizmetlerdir.

Katma değer, bir malın üretiminin her bir aşamasında o malın değerine yapılan ilavedir. Ekonomide her bir mala ilişkin katma değerler toplamı aynı zamanda o malın piyasa fiyatına eşittir. Ekonomide üretilen bütün katma değerlerin toplanması suretiyle GSYİH’ye ulaşılabilir.


Bir ekonomide harcama ve gelir etkileşimleri üç piyasada gerçekleşir:

· Mal ve hizmet piyasaları,

· Faktör piyasaları ve

· Finansal piyasalar.

Bu piyasalarda rol oynayan ekonomik birimler ise dört grupta toplanmaktadır.

· Hane halkları,

· Firmalar,

· Devlet,

· Dış alem.

GSYİH’nin ölçümü için üç yöntem kullanılır:

· Harcamalar yöntemi,

· Gelirler yöntemi ve

· Üretim yöntemi.

Harcama yöntemiyle GSYİH’nin ölçülmesi, tüketim harcamalarını (C), yatırım harcamalarını (I), devletin nihai tüketim harcamalarını (G) ve net ihracatı (NX) içerir.


Harcama yöntemiyle GSYİH;

GSYİH=C+I+G+NX eşitliği ile elde edilmektedir.

Kamu ve özel sektörde çalışanlara ödenen maaş ve ücretlere ilave olarak, işverenlerin sağlık planlarına katkısı ve maaştan kesilen vergi gibi ödemeler, işgücü ödemeleri (W) kategorisinde yer alır.

Kira gelirleri ya da rant (R); hanehalkı tarafından binalar, arazi gibi mülkiyetin kiraya verilmesi sonucu elde edilen gelirdir.

Net faiz; hanehalkı tarafından firmalara stokların finansmanı, yeni fabrika ya da yeni makine alımları için verilen ödünçler karşılığı elde edilen gelirdir.

Kârlar; firmaların vergi öncesi elde ettiği gelirler olup, vergi ödemeleri, hisse senedi sahiplerine ödenen kâr payları ya da yeniden yatırım için dağıtılmayan kârlar şeklinde kullanılırlar.

Ücret, faiz, kira ve kâr şeklinde elde edilen bu gelirlere ilave olarak, gelir sayılmayan iki ödemenin de toplama dahil edilmesi gerekir. Bunlar;

· Dolaylı vergiler; harcama ve satış vergileri gibi ödemeleri içerir. Bu ödemeler üretim faktörleri sahiplerine gitmediği için bu tür vergiler gelir sayılmayan ödemelerdir.

· Amortismanlar;yıpranma ve eskime karşılığı olarak da ifade edilebilir. Amortisman karşılıkları aslında eskiyen fabrika ve aletlerin yenilenebilmesi için oluşturulan fonlar olup, dolaylı vergiler gibi gelir sayılmayan ödemelerdir.


Gelir yöntemiyle GSYİH’nin ölçülmesi, üretim sürecinde elde edilen çeşitli gelir kalemlerini içerir. Gelir yaklaşımı çerçevesinde;

GSYİH = Ücret + Rant + Faiz + Kâr + Dolaylı vergiler + Amortismanlar şeklinde ifade edilir.

Üretim yöntemiyle GSYİH ’nin ölçülmesi, firmaların ürettikleri tüm mal ve hizmetlerin miktarı ile bunların fiyatlarının çarpılması ile ifade edilir. Milli gelir büyüklükleri arasındaki geçişlilik bu yöntemle elde edilmektedir.

Reel GSYİH;

· Piyasalara yansımayan üretim,

· Nüfustaki değişmeler,

· Boş zaman ve

· Dışsallıkları ölçmez.


Faiz oranı, herhangi bir nedenle ertelenen bir liralık nakdi ödemenin bedeli olup, gelecekte yapılacak ödeme ile şimdiki ödeme arasındaki oransal farktır.

Faiz oranları ile ilgili çeşitli ayrımlar söz konusudur.

Kısa ve uzun vadeli faiz oranı, ödemede ortaya çıkan gecikmenin ne kadar süreceğiyle alakalı bir ayrımdır.

Basit faiz, belli bir anapara üzerinden hesaplanıp vade sonunda tekrar aynı anapara üzerinden faiz işletilmesi; bileşik faiz ise ilk dönem sonunda tahakkuk ettirilen faizin dönem sonunda anaparaya eklenip gelecek dönem için faizin bu tutar üzerinden yürütülmesi durumlarını ifade etmektedir.

Nominal faiz oranı, herhangi bir ayarlama içermezken; reel faiz oranı, nominal faiz oranını bir fiyat endeksi ile deflete ederek ulaşılan orandır.

Makroekonomik analizde, ekonomide en çok işlemin yapıldığı faiz (hazine bonosu veya devlet tahvili gibi) esas alınarak değerlendirmeler yapmak anlamlı olacaktır.

Döviz kuru (ER), bir ülkenin para biriminin, diğer ülke para birimi cinsinden değeridir.

Döviz kuru (ER) basitçe, yabancı bir para birimi için ödenen milli para miktarı demektir.

ER = Ulusal para/Yabancı para şeklinde ifade edilmekte ve bu oran aynı zamanda nominal döviz kurunu temsil etmektedir.

Reel döviz kuru (RER); iki taraflı olarak şu şekilde tanımlanmaktadır:

Düz döviz kuru, bir ülkenin para birimi ile diğerleri arasındaki bir mübadele oranını gösterirken; çapraz döviz kuru, iki ülkenin para birimleri arasındaki değişim oranına, bunların yerli para cinsinden ikili kurlarından ulaşılmaktadır.

Devalüasyon, sabit kur sisteminde, resmi makamlarca, ülke parasının değerinin diğer ülke paraları karşısında düşürülmesidir.

Revalüasyon, sabit kur sisteminde, resmi makamlarca, ülke parasının değerinin diğer ülke paraları karşısında yükseltilmesidir.

Esnek kur sisteminde devalüasyon ve revalüasyon kelimelerinin kullanımı hatalıdır. Bunun yerine ülke parası değer kaybetmiştir veya ülke parası değerlenmiştir biçimindeki ifadeler kullanılmalıdır.